Bir sabah, kahvemi yudumlarken, eski bir arkadaşımla sohbet etmek için telefonda görüşmeye karar verdim. Konu, uzun zamandır biriktirdiğimiz düşünceler ve hayatın anlamı üzerine dönmeye başladı. O sırada aklıma bir soru takıldı: “Söylemek Türkçe mi?” Bu basit gibi görünen soru, insanın dil, kültür ve düşünce biçimleriyle ne kadar derin bir ilişkiye sahip olduğunun farkına varmamı sağladı. Bu yazıda, dilin sınırlarını ve toplumdaki iki farklı yaklaşım tarzını, karakterler üzerinden nasıl yansıtacağımı paylaşmak istiyorum.
Söylemek ve Anlatmak Arasındaki Fark
Bir zamanlar, bir erkeğin ve bir kadının günlük yaşamlarına dair hikâyelerine şahit olmuştum. İki kişi, farklı bir olayla karşılaştıklarında farklı yollarla tepki veriyorlardı. Kadın, duygularını ifade etmek için kelimeleri özenle seçiyor, başkalarının hislerine değer veriyordu. Erkek ise daha çok çözüm odaklıydı, pratik düşüncelerle olaylara yaklaşmayı tercih ediyordu. Bu iki farklı yaklaşım tarzı, bana “Söylemek Türkçe mi?” sorusunun ne kadar derin olduğunu düşündürdü.
Bir kadın için kelimeler yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir ilişki kurma biçimiydi. Her bir kelime, karşındakinin ruhuna dokunma çabasıydı. Bir kadın, başkalarının hislerine değer vererek konuştuğunda, onun söyledikleriyle değil, söylediklerinin anlamı ve içindeki duygu ile ilgilenirdi. Bir erkeğin konuşmaları ise daha çok çözüm odaklı olurdu. Sorunları kısa sürede tanımlar ve bir çözüm önerisi getirirdi. Onun için dil, hayatın hızlıca düzeltilmesi gereken alanlarındandı. Bu, ikisinin de dünya görüşünü farklılaştırıyor, aynı olayı bile farklı yorumlamalarına neden oluyordu.
Erkek ve Kadın: Söylemek Üzerine Bir Farklılık
Bir gün, derin bir sohbetin ortasında, bir kadın şöyle dedi: “Bazen birinin sözcükleriyle hissetmesi, sadece konuşmaları yetmeyebilir. Onun duygusunu anlamalıyız. Herkesin dilini anlamalıyız.” Erkek, bunu dinlerken başını salladı ama çok fazla bir şey söylemedi. O, çözüm odaklıydı. Onun için sorunlar ve çözüm yolları vardı. Kadınsa, duygusal bağları anlamak ve insanları dinlemek gerektiğini savunuyordu.
Bu sohbet bana, dilin sadece bir iletişim aracı olmadığını hatırlattı. Her kelime, bir duygunun yansımasıydı. Bir insanın bir kelimeyle neyi ifade etmek istediği, başka bir kişinin bu kelimeyi nasıl algılayacağıyla doğrudan bağlantılıydı. Kadınlar, empatik bir dil kullanarak başkalarının hislerine odaklanırken, erkekler çoğunlukla doğrudan, çözüme yönelik bir dil benimsemişlerdi.
Söylemek Türkçe mi? Dilin Arkasında Yatan Anlam
İşte bu noktada, “Söylemek Türkçe mi?” sorusu daha da anlam kazandı. Türkçe, sadece kelimelerden ibaret değildi. Her kelime, bir dünyayı, bir duyguyu ve bir bakış açısını yansıtıyordu. Erkeklerin stratejik düşünce tarzları, kelimeler aracılığıyla pratik çözümler sunduğu gibi; kadınların empatik yaklaşımı, insanlara ve ilişkilere değer verme biçimiydi. Dil, her iki dünyayı birbirine bağlayan bir köprüydü. Türkçede her kelimenin anlamı farklı bir hayatı anlatıyordu.
Sonunda, bu farklılıkları düşündükçe, söylemenin aslında bir anlam taşıma biçimi olduğuna daha çok inandım. “Söylemek Türkçe mi?” sorusu, dilin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda iç dünyamızın bir yansıması olduğunu ortaya koyuyor. İnsanlar, söyledikleriyle birbirlerine hayatlarını anlatıyor, duygularını, düşüncelerini ve değerlerini paylaşıyorlar. Ve bu, farklı dillerde de olsa, her zaman anlaşılabilir bir gerçektir.
Bu yazıda sizlerle bu farklı bakış açılarını paylaştım, ancak sizler ne düşünüyorsunuz? Dilin insanları nasıl şekillendirdiğini ve “söylemek” kavramının sizin hayatınızdaki yerini merak ediyorum. Yorumlarınızı benimle paylaşın, konuşalım…